Önceki gün İstanbul 6.2 şiddetinde bir deprem afeti ile sallandı. Allah beterinden saklasın. Birileri buradan siyaset devşirmeye kalkıştı, ilginç cümleler kurarak: “İstanbul’u depreme hazırlayacak üç yönetici hapiste!”, bazıları bu sayıyı beşe çıkardı…
İstanbul’un büyük bir risk altında olduğu bilgisi sanki yaşanan depremle birlikte ortaya çıkmış gibi, altı yıldan beri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan, yolsuzluk nedeniyle görevinden uzaklaştırılan ve avenesi ile birlikte 19 Mart tarihinde gözaltına alınan sonra tutuklanan kişinin içeride olmasını “riski büyüten bir faktör” gibi sunuyorlar…
El insaf! 6 Şubat depremlerini yaşadık. Elli bini aşkın insanımızı kaybettik. Yaraları saran bir ülkeyiz. Bu yılın sonuna kadar 11 ilde depremin tüm maddi kayıplarının giderileceği, insanların başlarını sokacağı evlerin, işlerini kuracağı binaların teslim edileceği, tüm alt yapısı ile şehirlerin yeniden yaşanır hale geleceği hummalı bir çalışma yürütülürken, İstanbul risk altında… Üstelik bu riskin mahiyeti hakkında artık hepimizi uyaran, kendimize gelmemizi sağlayan bir büyük afetin eşiğinden döndük.
Polemiklere gerek yok. İstanbul ile ilgili olarak yapılması gerekenler var. Bunları yapması gerekenler var. Yıllardır bu tehlikeye dikkat çekildiği halde yapılmamış ise şimdi “Şehrin muhafızı hapiste!”, ”Depreme hazırlayacaklar içerde!” söylemleri ile geride bıraktıkları ve hiçbir şey yapmadıkları altı yılın hesabı verilemez…
Elbette, İstanbul gibi deprem riski yüksek bir megakentte, etkili bir hazırlık ve risk azaltma stratejisi yalnızca belediyelerin değil, hükümetin, özel sektörün, akademinin ve bireylerin koordineli çalışmasını gerektirir.
Ama şunu kabul etmek gerekir ki, en önemli görev belediyelere düşüyor.
Belediyeler tarafından riskli yapı envanteri çıkartılması gerekiyor (özellikle 1999 öncesi inşa edilmiş yapılar).
Kentsel dönüşüm süreçlerinin depreme dayanıklılığa göre gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Yeni inşa edilen binaların zemin etüdü ve statik projeleri titizlikle denetlenmesi gerekiyor…
Afet toplanma ve barınma alanlarına ihtiyaç var. Rahmetli Kadir Topbaş’ın yaptıklarının çoğu artık yok, bina yapılmış, avm yapılmış, rezidans yapılmış oysaki mevcut toplanma alanlarının korunması ve artırılması (yeşil alanlar, parklar) gerekiyor…
Şu son depremle bir kez daha görüldü ki, her mahallede geçici barınma alanları belirlenmesi ve altyapısının hazırlanması gerekiyor…
Acil durum altyapısı da belediyelerin görev ve sorumluluğunda.
Deprem sonrası ulaşımı sağlayacak yolların, köprülerin, altgeçitlerin sağlamlığı gözden geçirilmesi gerekiyor. Afet sonrası iletişim için yerel telsiz sistemleri, jeneratörler kurulması gerekiyor. Su, elektrik ve doğalgaz altyapılarında otomatik kesici sistemler yaygınlaştırılması gerekiyor…
Peki, bunlardan hangileri yapıldı geride kalan altı yılda?
Kimse kusura bakmasın ama, takke düştü, kel göründü derler bu haller için…
İstanbul’un tek ihtiyacı konserlermiş gibi, reklamlar, heykeller, panolarmış gibi düşünerek bu işler yürümüyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hükümet, Bakan Murat Kurum “kentsel dönüşüm, depreme dayanıklılık, hazırlık” derken, birileri “ama Kent lokantası açtık”, “ama Kent uzlaşısı yaptık” gibi içinde kent geçen cümlelerle işi kotarma peşinde idi…
Hükümet, depreme dayanıklı olmayan binaların dönüşümü için merkezi finansman mekanizmaları oluştururken, “yarısı bizden, yerinde dönüşüm, faizsiz kredi” derken, birileri buna “rant peşindesiniz” diyordu…
Yapı denetim sisteminin yerinden bağımsız, şeffaf ve sıkı denetlenebilir hale getirilmesi istenirken, ellerinden rüşvet ve irtikâp mekanizmaları alınacağı için dava üstüne dava açıyorlardı…
Madem iş bu noktaya geldi, İstanbul için özel, bölgesel bazlı tahliye ve müdahale senaryoları oluşturulmalı, AFAD, Sağlık Bakanlığı, İçişleri gibi kurumlar arasında kriz zamanlarında görev paylaşımı netleştirilmelidir…
Özel sektör de işin içine girmeli, şirketlerin afet planları olmalı: çalışan güvenliği, veri yedekleme, lojistik aksiyonlar alınmalıdır. İnşaat ve mühendislik firmaları, depreme dayanıklı yapı tasarımı konusunda toplumu bilinçlendirmelidir. Toplumun bilinçlendirilmesine katkı (eğitimler, simülasyonlar, sponsorluklar) sağlanmalıdır. Afet sonrası destek için lojistik ve malzeme katkısı planlaması gerekmektedir.
Üniversiteler ve bilim insanları elini taşın altına koymalıdır. Deprem riski haritalarının güncellenmesi, mikrobölgeleme çalışmalarının yapılması onların işidir. Yeni yapı teknolojilerinin geliştirilmesi ve kamuya açık hale getirilmesi için çaba gösterilmelidir. Toplum temelli risk azaltma stratejilerinin geliştirilmesi elzemdir.
Bireysel hazırlıkları ihmal edemeyiz. Aile afet planı oluşturumamız lazım (buluşma noktası, acil numaralar, ilk yardım çantası). Evlerde sabitlenmesi gereken eşyalar kontrol edilmelidir. Deprem sigortası (DASK) şart.
Toplumsal dayanışmayı yükseltmeli, mahalle bazlı gönüllü arama-kurtarma ekipleri (örneğin: AKUT, MAG) desteklemeliyiz. Sivil toplum örgütlerinin afet eğitimlerine katılmalıyız.
Tüm bu aktörlerin faaliyetleri; şeffaf, katılımcı ve sürekli denetlenen bir sistemle yönetilmelidir. Afet Risk Yönetimi Merkezleri'nin kurulması ve bu merkezlerin belediye, AFAD, akademi ve STK’larla birlikte çalışması kritik önemdedir.
YORUMLAR