İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik daveti için Türkiye engelinin veya vetosunun aşılması gerekiyordu.
Türkiye bunun için şartlarını NATO paydaşları ve ilgili ülkelere açıkladığı gibi uluslararası ve ulusal kamuoyu ile de paylaştı.
İlk tepkiler İsveç’ten üstenci bir tavır içinde “arkalarında NATO’nun güçlü ülkeleri olduğu ve hiçbir şekilde Türkiye’nin taleplerine boyun eğmeyecekleri” biçiminde idi.
Arkalarındaki NATO’nun güçlü ülkeleri Türkiye’yi ikna edemedi.
Finlandiya daha uzlaşmacı bir yaklaşım sergiledi. Polemiği büyütmedi.
NATO Genel Sekreteri önemli ölçüde kolaylaştırıcı bir rol oynadı.
Türkiye Madrid’e tüm çekince ve şartlarıyla gitti. Bir mutabakat metni ortaya kondu ve neticede iki ülkenin de NATO’ya üye olarak davet edilmesine karar verildi…
Sonrasında Finlandiya’dan ayrı bir ses, İsveç’ten faklı bir ses gelse de vaziyet açık, Türkiye mutabakat zaptında ileri sürdüğü ve karara varılan hususlar gerçekleşmediği sürece konuyu TBMM’ye taşımaz ve bu iki ülkenin üyeliği de tekemmül etmez.
Muhalefet iktidarı tenkit ediyor. Vetoyu kolayca kaldırdınız, diyor.
Haklılar mı peki?
Türkiye mi vetoyu kolayca kaldırdı? İsveç ve Finlandiya mı Türkiye’nin çekincelerini karşılamayı kabul etti?
Mutabakat metnine bakarak Türkiye’nin ihtiyaçlarının karşılandığı ve dolayısıyla itiraz için bir neden kalmadığını mı anlamak gerekiyor, yoksa Madrid’de Türkiye’nin itirazının muvafakate dönüşmesinin hızlı olmasına bakarak teslim olduğumuza mı vehmetmek gerekiyor?
Muhalefet görüldüğü kadarıyla ikinci kısımdan hareket ederek olayı değerlendiriyor.
Metni göz önünde tutmuş olsalar, Türkiye’nin ilk andan beri seslendirdiği tüm çekincelerin burada karşılandığını elbette görecekler.
Diğer yandan şu söylem ne kadar geçerli olabilir: “Evet, burada imzaları attılar ama ya imzalarına sadık kalmazlarsa?”
Bu yaklaşımın elbette haklılık payı var. Batı ülkelerinin ahde vefasızlığının pek çok örneğini yaşadık. Her zaman mutlaka kandırmayı seçerler. İşleri bitince sözlerini tutmamak gibi bir özellikleri vardır.
Fakat bu kez yapabilirler mi?
Mesele tam da bu noktada önem kazanıyor.
Onlar sözlerini yerine getirmezlerse, Türkiye’de sürecin tamamlanması aşamalarına geçmez. Yani konu TBMM önüne gelmez. İş Madrid’de atılan imzadan ibaret değil ki. Orada süreç başladı. Bitmedi.
Bitmesi, parlamentonun onayı ile mümkün.
Burada Hükümet iki önemli hususta gelişme sağladı.
Birincisi istediklerinin ne olduğunu ve karşılanacağını bir zapta bağladı. İkincisi ise konuyu sadece Hükümetin direncine bağlı olmaktan çıkardı, topyekün iktidarı ve muhalefeti ile daha sağlam ve kararlı bir mekanizmanın takibine bıraktı. Yani TBMM’nin iradesine bıraktı.
Muhalefetin bu gelişmeyi eleştirmesi değil, bilakis teşekkür etmesi ve destek vermesi lazım.
Kendilerinin de dahil oldukları ve Türkiye’nin daha kararlı bir şekilde duruş göstereceği bir yapı oluşturulduğu için…
Öte yandan, iş bir oldu bittiye de gelmeyecek. Rusya ve Ukrayna savaşı da bu süreç içinde bir hale yola girecek. Diğer yandan Türkiye Suriye’de elini güçlendirecek, ABD’den en azından F 16’lar konusunda bir netlik görecek…
Bence muhalefet Madrid’de olanları takdirle karşılayıp bundan sonrasında Türkiye’nin elini kuvvetli tutmalı…
YORUMLAR