Daha önce yazdığım makalelerde, kitaplarda, verdiğim konferanslarda ve televizyon programlarımda, sık sık moda tabirle genetiği değiştirilmiş gıdalardan, hayvanlardan ve hatta insanlardan bahsetmişimdir. Ayrıca maalesef bazı cahil ilahiyatçı ve şöhret düşkünü zavallı hocalar(!) tarafından, önce fıkhın ve hadislerin, daha sonra daKur’ân-ı Kerim’in ve dolayısıyla da İslam Dini’nin genetiği ile oynanarak değiştirilmeye çalışıldığını (Genetiği Değiştirilmiş Din!) zaman zaman dile getirmiştim. Bu durum, maalesef nerede ise “ne kadar farklı inanan müslüman(!) varsa, o kadar farklı mezhep(!), farklı fetva(!)” fraksiyoner(!) tefrika garabetine ve zilletine varmak üzeredir.
Bu arada, Atatürkçülüğün de genetiği ile oynanarak, temel prensiplerinden ve ideallerinden uzak, çok farklı ve çok tehlikeli bir mecraya çekilmeye çalışıldığını da ifade etmek istiyorum. Hem içeriden hem dışarıdan hain sosyal mühendislik planları ile milletimizin de milliyetçiliğimizin de istiklalimizin de istikbalimizin de istikametimizin de devletimizin de dinimizin de inancımızın da genetiği ile oynanarak, emellerini gerçekleştirmek peşinde olan sinsi ideolojilere karşı uyanık olmamız gerekmektedir.
Yakın bir zaman önce, ortak dostumuz Sevgili Mehmet Barlas’ın ifadesi ileUdi Prof. Dr. Ahmed Rasim Küçükusta Kardeşimin bir makalesinde mizahi ifade ile dile getirdiği “Genetiği Değiştirilmiş Doktorlar!” hususunu okuyunca, üzerinde durulması ve ehemmiyet arz ettiği inancı ile düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Kanaatimce, yeterli derecede gerekli altyapı çalışmaları ve ihtiyaç planlaması yapılmadan çeşitli mülahazalarla açılan çok sayıda üniversite ve tıp fakültesi: bir tuşe ve enjeksiyon yapmadan, doğum görmeden, dikiş atmadan, sonda takmadan, fizik muayeneyi uygulamalı olarak tam öğrenmeden, kadavranın yanından geçmeden, hatta hiç hasta ile muhatap olmadan, hekimlik pratiğinden ziyade TUS eksenli yetiştirilen ya da yetişen(!) doktorların(!), kâfi derecede denetlenemeyen ya da denetlenmeyen bazı temelsiz ve baraka mekteplerden(!) taşıma su(!)ilemezun edilmesi; hekimlerin topluma paragöz, açgözlü, art niyetli ve düşman belletilmesi; sağlık çalışanlarına şiddetin bırakın caydırıcı derecede cezalandırılmasını, nerede ise bazı medya kuruluşlarınca teşvik(!) edilmesi; performans denen muammanın, ucubenin(!) bir türlü rayına oturtulamaması; branşlar arasındaki adaletin ve dengenin sağlanamaması; mecburi hizmet ve stratejik personel gerekçeleri ile meslektaşlarımızın mağdur edilmesi, ailelerin parçalanması, çeşitli bahanelerle bir anlamda doktorların zulme uğratılmaları ve bütün bunlardan dolayı da meslektaşlarımızın meslek aşklarının ve sevgilerinin azalması, bezginlikleri, mahrumiyetleri, mahkûmiyetleri ve mahcubiyetleri yaşam arzularını sekteye uğratmakta, bu durum da hâliyle onların, giyimlerinden kuşamlarına, davranışlarından hastalarla ilgilenmelerine, kendilerini yetiştirmelerinden, güncellemelerinden hayat felsefelerine ve yaşam düzenlerine kadar etki etmekte ve karşımıza, akıl, irade ve muhakemeden ziyade laboratuvarlara ve teknolojiye mahkûm farklı bir hekim tipini, saçı sakalı birbirine karışmış, giyinmeyi, konuşmayı, oturmayı-kalkmayı, gülmeyi ve neşeyi bilmeyen, hayattan umudunu kesmiş, küskün, bezgin “GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ DOKTOR (GDD)”tipini çıkarmaktadır.
Bu GDD’lerin günahını da bu hususlarda payı olan herkesin çekeceğini ve mağdurlarca yapılan teheccüdî beddualardan yüklü miktarda hissedar olacaklarını hatırlatmak istiyorum.
Bu aradayüksek lisans, doktora, doktor öğretim görevlisi, doçent ve profesörlük aşamaları konusundaki değişiklikler ve yabancı dil sınavlarındaki başarı puanının 55 “elli beş” gibi şaka(!) sayılabilecek seviyelere çekilmesi, doçentlik aşamasında, akıllara durgunluk veren, şeytanın bile aklına gelmeyen dalavere ve şaibelerin kol gezdiği makale(!) dünyasında, sınavın kaldırılması veya ihtiyari olması, pratik değerlendirmenin yapılmaması gibi zannımca çok yanlış bulduğum düzenlemeler ile çok kritik ve problemli hasta değerlendirmeden ve tedavi planlamasından bihaber, çok üst seviyede önemli bir ameliyat yapmadan-yaptırmadan bu unvanların dağıtılması(!), korkarım üniversitelerin de tıp fakültelerinin de akademisyen ve bilim adamlarının da genetiklerinin değişmesine (GDÜ, GDF, GDA...) sebep olacaktır!
Kişisel soytarılıklarla, Şark kurnazlıkları ve ahbap çavuş ilişkileri ile kendini “Hoca(!)” sanan sahtekârlar ise ne geni ne de kromozomu değiştirilenler sınıfına girmektedirler. Onlar, evlere şenlik ayrı bir malforme tür.
İlgililerin ve yetkililerin, bu hususta bir kez daha dikkatlerinin çekilmesi temennisi ile henüz hiçbir yerde yayımlanmamış, dumanı üstünde çok yeni bir rubaimizi ve meraklıları(!) için de öz geçmişimizin biyografik linkini (http://www.biyografya.com/biyografi/10054), (http://www.biyografya.com/arama/search_type/search-bio/category/81/siralama/goruntulenme/) paylaşarak makalemizi bağlayalım.
BİR DEMET GÜL DER GÖNÜL!
(Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilün)
Sen baharsın, ben hazânım, gülşen ister her gönül.
Böyle bir gülzâremeftûn bülbüle, gül, der gönül.
Bir çözümsüz sır içinde, geçmeden fânî ömür,
Gel bu sevdâ bahçesinden, bir demet gül der, gönül!
YORUMLAR