BİR ESKİ ZAMAN
Reklam
NECİP TOPUZ

NECİP TOPUZ

BİR ESKİ ZAMAN

10 Ekim 2021 - 16:14

Epictetus “insanın anavatanı çocukluğudur” der. Gerçekten de insan ne zaman şehrin gürültüsünden, stresinden bunalsa çocukluğuna dönüyor.
 
Türk hikâyeciliğinin yeni soluğu kıymetli dostum İmdat Avşar “Güvercin Sevdası” isimli kitabındaki “Kafa Kâğıdı” hikâyesinde “Çocuk adımlarıyla otuz yıl ötede, bir eski zamandı” diye söze girer. Girer girmesine de anlattıkça kelimeler birer Sürmene yapısı hançer olur, kâh yüreğe saplanır, kâh ciğerini deler geçer insanın. Güzel Rabbim kalemine güç versin.
 
Bendenizin de söz konusu hikâyeyi okuyunca anavatana yani çocuk adımlarıyla kırk yıl ötedeki bir eski zamana gidiverdim doğrusu.
 
1980’li yılların başı idi biz hala köy merkezli yaşar, şehre geldiğimizde ilk fırsatta köye kaçmanın çarelerini arardık.
 
Köylerimizde bozkırın kanunu can çekiştirmekle birlikte henüz hükmünü yitirmemişti. Dağlarımızda eşkıyalar olurdu. O eşkıyalar efsanelerde anlatıldığı gibi zenginden alıp fakire veren takımından değil, köylüye zulmeden cinayet, yağma her türlü melun işin müsebbibi olarak görülen, korkuyla karışık tiksinti uyandıran hikâyeleri anlatılan insanlardı. Hatır gönül bilmez, yörenin saygın insanlarına musallat olur, onların tabir yerindeyse “iliğini ömrünü sömürürdü”. Ancak akrabaları kalabalık, birbirine tutkun ailelere yaklaşamadıkları da rivayet edilirdi. Bozkırın kanununda zor her zaman oyunu bozardı.
 
Bununla birlikte hazin sonları ağıtlara konu eşkıyalar vardı. Eşkıya Omar bunlardan biriydi mesela. Dağlarımıza musallat olan yıllarca köylülere sıkıntı olmuş Aşığınoğlu yörenin en ünlü eşkıyalarındandı. Pınarbaşı ve Pazarören jandarmasının en büyük problemi idi eşkıya Aşığınoğlu. 1980 öncesi köylerde sık sık Aşığınoğlu’na yataklık yaptığı için jandarma falan köyden falanı almış, karakola çekmiş günlerce dayak atmışlar dendiğini duyardık. Gerçekten karakollarda kötü muameleye uğrayanlar oluyordu sanırım. Köylüde bir yılgınlık hali vardı, bir yanda ihtiyaç olduğunda yanında olamayan Devletin gücü, bir yanda ne zaman nereden geleceği belli olmayan kural tanımaz eşkıya. Günler su gibi akıp gidiyordu. 
Bu eşkıya Aşığınoğlu’nun bize de büyük zararı olmuştu. 1978 yılında Babam evimizi Ceyhan’dan Kayseri’ye taşımış ve babasından bildiği, esasen tek bildiği işi yapmaya başlamıştı. Yaz önü erkek şişek, kısır koyun, kuzu alır; onlara bir yaz boyu bakardım, güzün de kurban için Ceyhan’a götürür satardık. Hatta 1980 ihtilalini Ceyhan nehrinin kenarında koyun başında yakalanmıştım. Babacığım kışları da bu sefer Ceyhan’dan büyükbaş hayvanları Kayseri’ye getirir, şehrin civarındaki hanlara yerleştirir, müşteri bulunca da satardı. Geçimimizi böyle temin ederdik. Babacığımın eli az çok dönüyor ekonomik olarak büyük bir sıkıntı yaşamıyorduk. 
 
O tarihlerde Kayseri’de oturan köylüler mutlaka köy otobüslerinin geçtiği güzergâhlarda bulunan kenar mahallelerde otururdu. Mahalleler köylerimizin birer kopyası gibi olurdu. Aynı sokakta üç beş akraba aile mutlaka olurdu. Biz de Uğurevler’de otururduk, amcamlar, halamlar hep komşumuzdu. İlk taşındığımızda önce amcamın evinde kirada oturmuş, daha sonra onun yanındaki müstakil bir gecekonduya taşınmıştık. O tek gecekondu hala duruyor ve hala tek başına mahsun, görünce çileli gönleri hatırlarım da içim burkulur. Babam ev sahibi ile görüşmelerinin sonrasın hep evi satın almayı hayal eder, bir yandan da sermayesini eve yatıracak olursa neyle geçineceğimizi düşünür dururdu. Bu geçim kaygısı hep ev alma hayalini ötelemesine sebep olurdu. 
 
Günler günleri kovalarken, 80 ihtilali olmuş, Memleketteki anarşik olaylar ne hikmetse bıçak gibi kesilmişti. Devlet ihtilâlle birlikte sokağa bir anda hâkim olabiliyorsa, ihtilal öncesi akan kanı durdurmaması bana öteden beri hainlik gibi gelmiştir ayrı mesele.
 
Bu arada Devlet, dağlardaki eşkıyaların da üstüne gitme kararı almış olacak ki, sık sık operasyonlar yapılıyordu. Jandarma falan köye baskın yapmış haberlerini sık sık duyar olmuştuk. Jandarmanın baskıyı artırmasıyla birlikte ihbarlar şikâyetler de artmıştı. Haklı haksız bu bilgilendirmeler üzerine jandarma orantısız bir şekilde köylünün üzerine gidiyor. Kah Pınarbaşı ve Pazarören’deki karakollarda gözaltında tutuluyor kah Kayseri’deki Garnizon Komutanlığına götürülüyorlardı. İhbarların aslı astarı anlaşılana kadar gözaltında köylüler dayaktan işkenceden geçiriliyordu.
 
Yıl 1981 yılı idi İmdat ağabeyin deyimiyle bir eski zamandı, Eşkıya Aşığınoğlu’na Büyük Karamanlı’daki bizim akrabaların yardım yataklık ettiklerine dair bir ihbar olur. Tabi ki böyle bir durum söz konusu değildi ama ailemize düşmanlık etmek maksadıyla aslı astarı olmayan iftirayla ailemizin ileri gelenleri gözaltına alınmış Kayseri Garnizonuna götürülmüşlerdi. 
 
Babamlar akrabaları gözaltından çıkarabilir miyiz düşüncesiyle her gün Kayseri’deki bu gün Fuar yakınlarındaki Garnizon Komutanlığına gidip geliyorlardı. O uğursuz günde yine Garnizon’a gitmişler dönerken o zaman ışık filan olmayan Çevreyolu Fuar kavşağında bir kamyonun altına girmişlerdi. Kazada babamla birlikte iki kişi daha yaralanmıştı ama ağır yaralanan babamdı. Duyduk, baban hastanede dediler. 13 yaşında çocuğum aklım bir şeye ermiyor. Büyükler bu çocuğun da babası götürüp bir gösterelim gibi bir düşüncede değil. En son patladım, feryat figan ağlamaya başladım, nihayet beni de alıp Tıp Fakültesine götürdüler. Babamı gördüm bütün kaburgaları un ufak olmuş yatıyordu. 
 
Babacığım hastanede yirmi gün kadar yattı. Devlet acımasız, bizim sosyal güvenliğimiz yok. Hastaneye yattın çıkman için hastane masraflarını ödemen gerek, aksi halde bırakmıyorlar. Hülasa o zamanki adıyla Hacettepe Tıp Fakültesinden (Erciyes Üniversitesi henüz kurulmamıştı, tıp fakültesi Hacettepe Üniversitesine bağlı olduğu için herkes “Hacettepe” derdi) babamı çıkaracağımız zaman Babacığımın geçim kaygısından ev almayı erteleyip durduğu o sermayesinin tamamını hastaneye ödeyip çıkmıştı.
 
Kısa bir zaman sonra Babacığımın geçimle ilgili kaygılarında ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Büyük bir geçim güçlüğü yaşamaya başladık. O güçlüğü Babacığım son beşiğimizi iş güç sahibi yapana kadar yaşadı desem abartmış olmam sanırım.
 
Babacığım hastaneden çıktıktan sonra bizim çocukların o günleri anlatmak için kullandığı benim de çok hoşuma giden “beş ekmek bir sana yağ” günleri başlamıştı. O günler bir daha gelmesin. 
 
Eşkıya Aşığınoğlu’na ne mi oldu. Üniversite öğrencisiydim, bir gün Hürriyet Gazetesinde bir haber gördüm. “Toros Canavarı olarak bilinen eşkıya  öldürüldü.” diyordu haberde. Eşkıya Aşığınoğlu’nun akıbeti de bir kurşun olmuştu ama yöremize de ettiği kötülükler kaldı. Allah müstehakını versin.
 
Baki selam.
 
Necip Topuz

YORUMLAR

  • 0 Yorum