Birkaç gün önce yıllardır bölgemizde ve aynı gazetede beraber çalıştığım duayen gazeteci dostumla sohbet imkânı buldum… Sohbette daha çok eski günleri, henüz internetin ve dijital ortamların olmadığı, kısıtlı imkanlarla yaptığımız gazeteciliği konuştuk…
Aktif olarak gazetecilik mesleğine 80’lı yılların sonlarında başladım… Ardeşen Kordon Caddesinde, boynunda fotoğraf makinesi asılı ben yaşlarda bir gencin bana doğru yürüdüğünü gördüm. Karşı karşıya geldiğimizde merhaba delikanlı diye seslenip, adımı sordu, sonra da hemen karşımızdaki (halen Ardeşen ve çevre ilçelerine hizmet veren) İbrahim Usta’nın yorgancı dükkanını göstererek “Seni yorgancı Salih’e benzettim, yoksa kardeşi misin?” dediğinde, heyecanla “Evet evet kardeşiyim.” cevabını vermiştim… Kim olduğunu merak etmiştim ama asıl beni heyecanlandıran boynuna astığı fotoğraf makinesiydi… Benden ayrılan ve adını söylemeyen kişi abimin çalıştığı yorgancı dükkanına gidip ayaküstü bir şeyler söylemiş, sonra da abimle birlikte dışarı çıkmışlardı… Kordon Caddesi üzerinde 4-5 katlı apartmanları içine alacak şekilde abimi kadrajın soluna alıp bir iki kare fotoğrafını çekmişti… Çekim işlemi bittikten sonra abim “Sabri’nin de fotoğraf makinesi var, o da iyi fotoğraf çeker” der demez, bana dönerek fotoğraf makinemin yanımda olup olmadığını sormuştu… Dağcılığı ve fotoğrafçılığı bana öğreten Muhammet Önçırak abimin hediye ettiği Lomo marka makine elbette her zaman el yanımdaydı. Küçük olduğundan utanarak makinemin yanımda olmadığını söylemiştim. O kişi yüksek sesle, “Bir gazeteci makinesini her zaman yanında taşır. Bir hafta sonra Ardeşen’e geleceğim. Makinen yanında olsun.” Dediğinde cevap olarak “Tamam” dedim ve ekledim “Ben daha kiminle görüştüğümü bile bilmiyorum.” “Kim olduğumu bir hafta sonra Ardeşen’e geldiğimde öğreneceksin.” Net, açık, dobra bir cevaptı…
Günlerden Salı günüydü. O gün Ardeşen’in haftası yanı sebze-meyve pazarının kurulduğu gündü… Öğleden sonra abimin çalıştığı yorgancı dükkanına gittiğimde o gizemli adamla birlikte çay içip sohbet ettiklerini gördüm. Yanlarına doğru yaklaştığımda elime iki gazete tutuşturuldu. Bunlardan biri ilçemizde çıkan Ardeşenin Sesi Gazetesi, diğeri ise Trabzon’da çıkan Karadeniz Gazetesiydi. O dönemde Ardeşenin Sesi Gazetesi’ni gazetenin kurucularından Av. Sedat Kahya dağıtır, yüzlercesini yanına alıp yürüye yürüye dükkanlara dağıtırdı…
Boş duran tabureye geçip oturdum. Gazetenin birinci sayfasının sağ alt köşesinde iki sütuna sığdırılmış “Ardeşen’de Kiralar Ateş Pahası” başlıklı haberin yer aldığını gördüm. Osman Yazıcı’nın Haberi üçüncü sayfada kısmını okuyunca, gizemli adamın Osman Yazıcı olduğunu öğrenmiştim… Abimin fotoğrafın yer aldığı üçüncü sayfadaki haberi tekrar tekrar okuduktan sonra, haberi yapan Yazıcı’ya doğru döndüm ve fotoğraf makinemi kendisine uzattım. Evirip çevirip, ayarlarını biraz karıştırdıktan sonra 4 adet siyah-beyaz film rulosuyla birlikte makinemi bana uzattı… Yüzüme bakarak “Sana verdiğim her negatifle 16 kare fotoğraf çekebilirsin. 10 gün sonra Ardeşen’e tekrar geldiğimde en az iki haber yaz ve bunlara ait detay fotoğraflarını da çek ki birlikte bakalım” demişti…
Büyük bir heyecanla ve çok daha farklı duygular içerisindeydim. Bu beni bir o caddeye bir bu caddeye hatta sokak aralarına sürükleyip duruyordu. Sanki haber koklar gibiydim. İşte tam böyle bir zamanda çarşı başı mevkiinde şimdiki adı Beyoğlu Caddesi olan yerde, tam anlamıyla açılmayan çıkmaz sokağın sonunda, bir adamın buzağının arkasında koşup durduğunu gördüm. Yanına varana kadar adam buzağıyı yakalamış, dizlerinin üzerine çökük vaziyette cam şişeye süt doldurup, üstüne de biberon geçirerek buzağıya süt içirmeye başlamıştı… Kendisinden izin alıp birkaç kare fotoğrafını çekmiştim... Ardeşen Kereste Fabrikası’ndan emekli olduktan sonra köyde tarım ve hayvancılıkla uğraştığını, kış aylarında büyük baş hayvanını şehre indirip bahara kadar burada kaldığını, peşinde koşuşturduğu buzağının annesinin doğum esnasında öldüğünü, aç kalmaması için biberonla beslediğini söylemişti... İzin isteyip birkaç kare fotoğrafını daha çekip, oracıkta taslak haberi yazmıştım. Haberin başlığını ise “Biberonla Buzağı Besliyor” olarak atmıştım…
İkinci haberimi ise kendi köyümde yapmıştım… Dededen kalma 150 yıllık değirmenimiz su baskını sonrası yıkılmış, kullanılamaz hale gelmişti… Rahmetli babam değirmen taşlarını imece usulüyle eve kadar taşıtmış, kendi dizayn ettiği düzeneğe taşları yerleştirmiş ve elektrik yardımıyla değirmeni çalıştırmıştı… Değirmen taşlarının eve taşınmasında katkı sağlayanların mısırlarını elektrikli değirmende 3 ay süreyle ücretsiz olarak öğütmüştü… Haberin başlığını da “150 Yıllık Değirmen Taşının Bereketi” ydi…
Bu haberlerimden sonra gazetecilik mesleğine giriş yapıp pirim usulüyle çalışmaya başlamıştım… Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı döneminden sonra bölgemizden ayrılan Gazeteci Osman Yazıcı beni gazetecilik mesleğine yönlendiren değerli insanların başında gelmekte… Öyle ki Türkiye’nin herhangi bir ilinde gazetecilik mesleğiyle ve özellikle foto muhabirleriyle ilgili toplantılar olunca cebinden harçlık verip haber yapabilmem için beni gönderen de odur.
Kendisi gazetecilik kimliğinin yanı sıra kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör temsilciliklerinde üst düzey görevlerde bulunmuştur. Bunların arasında Anadolu Ajansı ve Tekel Genel Müdürlüğü de yer almaktadır. Halen çok sayıda üniversitede kürsüsü olup, genç gazeteci adaylarına basın yayın ve iletişim alanında ders vermekte…
Yaklaşık olarak 30 yılı aşkın süredir gazetecilik mesleğinin içerisindeyim. Son birkaç yıldır yerel basının çektiği sıkıntıları sizlere anlatmaya çalışsam sayfalar yetmez. Yerel basınımız can çekişiyor. Gazeteler ayakta durmak için sayfa adedini düşürüyor, renkli gazetelerini renksize çeviriyor. İstemeyerek de olsa personel çıkarmak zorunda kalıyor…
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü olan bugün, kim bilir kaç yerel, bölgesel ve ulusal gazete yayın hayatına son vermek zorunda kalacak. Kaç meslektaşımızın işinden olacak…
YORUMLAR