Dünya sinema sektörünün genelinde olduğu gibi bizdeki YEŞİLÇAM film sektöründe de çok sık işlenen bir konu vardır. “Fakir ama mutlu bir yaşam süren mahalleyi işgal ve talan etmek isteyen zengin insanlar. Örnekleyelim;
Çok büyük bir şehir var(dünya). Bu şehrin değişik sosyoekonomik ,kültür ve ırk yapısına sahip semtleri, mahalleleri mevcut(Devletler-ırklar). Şehrin en güzel, değerli ve stratejik yerinde yaşayanların(Osmanlı-Anadolu) ;güçlü gelenekleri, inançları, töreleri ve beylerinin dirayetleri sayesinde uzun yıllar orada yaşamış ve yaşamaya devam etmişler. Burada yaşayan insanlar sade ve doğal yaşamları nedeniyle huzurlu mutludurlar.
Şehrin diğer bölgelerinde yaşayanlar sürekli olarak bu merkezi bölgenin zenginlikleri ele geçirmek hem de orada yaşayanları sürüp yok etmek isterler(Hırıstiyan-Batı). Çünkü bu bölgede yaşayanlar buraya gelmeden önce şehrin merkezi kendi yaşadıkları bölgeler idi(Avrupa ).
Merkezi bölgeye komşu olan olmayan bir çok semtin insanları sürekli olarak burayı yok etmek için saldırmaktalar(Haçlı seferleri). Bu saldırılarda tek başlarına olduğu gibi ikili üçlü ittifaklar şeklinde de yapılmaya devam edilmekte.
Osmanlı topraklarında huzurlu bir hayat sürenler zamanla etraftaki gelişmeleri takip et(e)mez olurlar(Osmanlının gerileme dönemi). Tembellik, nemelazımcılık ,düşünce-birey özgürlüğünün yok olması ve inanç değerlerinden uzaklaşmak onları fakir ve geri kalmış yapar. Sarayda(İstanbul) yaşayanlar ile taşrada yaşayanlar arasındaki yaşam standart farklılıkları Osmanlı Topraklarında huzuru bozmaya başlar. Geri kalmışlıktan kurtulmak ve ellerindeki toprakları
koruyabilmek için Sarayda yetişen asker ve idari işleri yürütenler arasında da farklı düşünceler başlar.
Avrupa(Batının) artık sabrı taşmıştır. Üstelik teknolojik olarak ta yaşam standartı olarak ta Osmanlıdan kat kat ileridedirler. Yine de tek başına saldırmanın çözüm olamayacağını bilirler. Bir Cihan harbi çıkararak hedeflerine varmak isterler. Bu yangın-kargaşa-savaş öyle büyük olur ki bu dünya kurulduğu günden bu yana böyle bir savaş yaşamamıştır. Dört bir taraftan saldırılar yıllarca sürer(1914-1918. Ulus devletlerinin kurulması, balkanlarda bağımsızlık mücadeleleri vb Osmanlıyı perişan eder. Buna rağmen bu büyük savaşta göğüs göğüse olan mücadelelerde galibiyetler olduğu gibi mağlubiyetler de mevcuttur. Ancak yoksul, geri kalmış ve mücadeleler sonrası dermansız kalan Osmanlı toprakları bir de İstanbul’un işgalini yaşar.
İşte bu noktadan sonra yine dünya tarihinde görülmemiş olaylar yaşanmaya başlar.
i-Bütün kavga eden gruplar bir biri ile barışır ve bu barışı yazılı hale getirirler(İtilaf devletleri ile ittifak devletleri arasında).
ii-Ancak en kıymetli yer olan ve savaşın çıkarılmasına neden olan Osmanlı yönetimi ile barış yapılmaz, beklemeye-sürüncemeye bırakılır.
iii-Çünkü, uğruna savaş yapılan Anadolu’nun kendi aralarında paylaşımı yapılamıyordur.
iv-İstanbul ve çevresi işgal edilince Osmanlı asker ve yöneticiler başarılması imkansız gibi görünen bir mücadeleye kalkışırlar(İstiklal Harbi)
v-İşte bu mücadele ateşi yakıldıktan hemen sonra savaşın galipleri çok ağır şartlar içeren SEVR’i hazırlar.
vi-İstanbul ve saray işgal altında olduğundan Padişahın meşrutiyeti de yok olmuştur. Meclisi Mebusan da fesh edildiğinden bu antlaşmayı onaylayacak MAKAM kalmaz.
vii-Anadolu insanı İstanbul’dan fayda görmeyeceğini anladığında İstiklal Savaşına top yekûn katılarak büyük bir KIYAM başlatır. Bu ateşin yakıtı da MİLLETİN İNANCI olur.
viii-MİLLETİN TEK GÜCÜ olan İNANCI ile ANADOLU TOPRAKLARINDAN tüm yabancı unsurları süpürür atar.
Bir tarafta İNANCI ile yokluktan varlık ortaya koyan BİR MİLLET diğer tarafta dünyanın en kıymetli yerine göz koymuş güçlü, gelişmiş zengin milletler(Avrupa-Rusya-ABD).
Dünyanın en güzel en kıymetli yerinde kimin yaşayacağı İSTİKLAL HARBİ belli olmuştur. Belli olmayan en önemli yeni kurulan DEVLETİN yönetiminin TEMEL ESASLARININ ne olacağıdır. Bu husus toprak kaybından daha önemlidir.
Lozan ile imkansız gibi görünen savaşı kazanan taraf,Anadolu topraklarının yönetimin bizzat kendisine ait olduğunu kabul ettirdi. Batı dünyası ise YÖNETİM şeklinin TEMEL ESASLARINI kabul ettirdi(Medeni kanun İsviçre’den, Ceza kanunu İtalya’dan almak, Halifeliğin kaldırılması gibi ). Hatta bu hususta o kadar ileri gidildi ki karşı taraf(İngiltere) antlaşmanın kendi meclisindeki onayı için yönetim esaslarının(Halifeliğin kaldırılması gibi) uygulanmaya başlanmasını ön şart olarak kabul etmesi.
Lozan antlaşması ile zafer mi kazanıldı hezimete mi uğranıldı? Bilim ve akıl açısından olaylara bakabildiğimiz zaman sorulabilecek en son soru bu olur. Günlük hayatımızda LOZAN’a şöyle bakabiliriz; Yok olmanın eşiğine gelmiş bir milletin topraklarının çok çok büyük kısmını kaybetmesine rağmen ANADOLU’ da bağımsız bir devlet olarak
varlığının kabul edilmesi büyük bir başarıdır(TAPU). Ancak Lozan’ın perde arkasını yeterince irdeleyememişimiz(TABU).İsmet paşa ve Atatürk’ten Lozan’ın bir yüzünü öğrendik.Lozan heyetinde olan Dr.Rıza Nur ve diğerleri ne diyor?. Konuşabilmeli ,tartışabilmeliyiz(TABU).Sonuç olarak LOZAN’ı ayrışma nedeni yapmadan devletimizin TAPU’su olduğunu kabul ederek TABU haline getirmemeliyiz..
Not; Aşağıda hususların irdelenmesinin ne mahzuru var?
i-Lozan’a gitmesi için B.M.M de konuşulan-tartışılan ve öne çıkan isimler
ii-Lozan’a giden heyetteki şahsiyetler
iii-Lozandan dönen heyet üyelerinin başlarına gelenler,
iv-Lozandaki heyette olanların anıları,
v- Lozanın B.M.M de onaylanma süreci
v-Birinci Meclisi lağvedilip ikinci Meclisin muhaliflerden temizlenmesi,
vi-Ali Şükrü beyin öldürülmesi…….
YORUMLAR