Tek taraflı işleyen süreç karşıtlığı besliyor!
Göçmenler, kaynakları tüketen kişiler olarak etiketlenmemeli!
Dünya genelinde göçmenlere yönelik düşmanlığın önlenmesinde toplumsal uyuma işaret eden uzmanlar, bu yönde politikalar oluşturulmasının önemine dikkat çekiyor. Konunun göçmenlerin topluma entegrasyonunun ötesinde, göçmenler ve yerel halkın birbirlerine uyum sağlaması olması gerektiğini vurgulayan siyaset bilimci Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Sürecin tek taraflı işletilmesi bir yandan toplumda göçmen karşıtı hareketleri güçlendirip göçmenlerin asimile edilmesi düşüncesini öne çıkartabilirken, diğer yandan ise göçmenlerin örgütlenmesine ve radikalleşmesine sebep olabilmektedir. Şehirlerde göçmenlerin mevcut sınırlı kaynakları tüketen kişiler olarak etiketlenmesinin de engellenmesi için karşılıklı entegrasyona dayanan politikalar oluşturulmalıdır.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi (İTBF) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölüm Başkanı Prof. Dr. Havva Kök Arslan ve Araştırma Görevlisi Doğan Demirkıran, dünya genelinde artan yabancı düşmanlığı ve uluslararası göçmen politikalarına ilişkin değerlendirmede bulundu.
Fransa’nın yüzde 11’ini göçmenler oluşturuyor
Fransa’da son olarak yaşanan olayları değerlendiren Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Fransa, bir yandan tarihindeki siyasal ve ekonomik ilişkilerinden kaynaklı olarak Afrika’dan gelenlere, diğer yandan ise hayatını daha iyi ve gelişmiş şartlar altında devam ettirmek için göç edenlere ev sahipliği yapmaktadır. OECD verilerine göre, Fransa nüfusunun yüzde 11,6’sını başka bir ülkede doğanlar yani göçmenler oluşturmaktadır.” dedi.
Prof. Dr. Havva Kök Arslan, Katar’da gerçekleştirilen 2022 Dünya Kupası’nda Fransa milli takımını oluşturan futbolcuların doğdukları yerler tartışılırken; 24 Aralık’ta Paris’te göçmenlere yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırının başta Fransa olmak üzere Avrupa’da göçmen karşıtı hareketlerin tekrar dünya gündemine gelmesine sebep olduğunu söyledi. Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Bir Fransız’ın ülkedeki Kürt göçmenlerin kurduğu Ahmet Kaya Kültür Merkezi önünde silahlı saldırı düzenlemesi ve 3 kişiyi öldürmesi; göç, göçmenler ve göçmen karşıtı hareketlerin tekrar düşünülmesi ve politika üretilmesi gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu.” dedi.
“Göç yolculukları farklı amaçlarla yapılıyor”
İnsanların gönüllü veya zorunlu olarak kendi ülkelerinde kalmak istemeyip farklı bir yerde yeni bir hayat kurmak amacıyla göç yolculuğuna çıktığını kaydeden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Bu yolculuğun hedef noktası, sıklıkla siyasi, ekonomik ve kültürel olarak gelişmiş şehirler olmaktadır. Nitekim bu ülke ve şehirlere farklı ülkelerden gerçekleşen göçler, şehrin ve ülkenin farklı kültürden gelenler ile orada yaşayan yerel halkın bir arada yaşadığı alanlara dönüşmesine sebep olmaktadır.” dedi.
Yabancı düşmanlığı zaman zaman ortaya çıkıyor
Göçlerin yoğun şekilde yaşandığı ülkelerde yabancı düşmanlığının zaman zaman ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Ülkelerdeki sınırlı kaynakların göçmenlerle paylaşılmak istenmemesi; din, dil, ırk ve kültür farklılıklarının sürekli ön plana çıkartılması ve popülist siyasetçilerin konuyu çıkarları için öne çıkartması, toplumda yabancı düşmanlığını tetiklemektedir.” dedi.
“Yönetimlerin politika oluşturması gerekiyor”
Yabancı düşmanlığının önlenmesine ilişkin yapılması gereken çalışmalara da değinen Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Yerel halk ve göçmenlerin şehirlerdeki karşılaşmalarının yabancı düşmanlığını artırmaması, Paris’teki gibi saldırıya dönüşmemesi ve farklı grupların bir arada yaşayabilmesi için yönetimlerin politikalar oluşturması gerekmektedir. Göç literatüründeki bir arada yaşama kuramlarına bakıldığında entegrasyon; gruplar arasındaki iletişim ve etkileşimi arttırmayı ve bu sayede grupların ortak değerler oluşturarak radikalleşmeyi engellemeyi amaçlaması sebebiyle öne çıkmaktadır.” diye konuştu.
Göçmenler, kaynakları tüketen kişiler olarak etiketlenmemeli
Göçmenlere yönelik düşmanlığın önlenmesinde toplumsal uyumun önemine işaret eden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Konu göçmenlerin topluma entegrasyonunun ötesinde, göçmenler ve yerel halkın birbirlerine uyum sağlaması olmasıdır. Nitekim sürecin tek taraflı işletilmesi bir yandan toplumda göçmen karşıtı hareketleri güçlendirip göçmenlerin asimile edilmesi düşüncesini öne çıkartabilirken, diğer yandan ise göçmenlerin örgütlenmesine ve radikalleşmesine sebep olabilmektedir. Şehirlerde göçmenlerin mevcut sınırlı kaynakları tüketen kişiler olarak etiketlenmesinin de engellenmesi için karşılıklı entegrasyona dayanan politikalar oluşturulmalıdır.” dedi.
“Politikaların temel hedefi, algı ve tutumları pozitif yöne evirmek olmalıdır”
Üsküdar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Doğan Demirkıran ise politikaların temel hedefinin yerel halk ve göçmenlerin birbirlerine karşı algı ve tutumlarının pozitif yöne evrilmesini ve ihtiyaçlarının karşılanarak bir arada huzurla yaşamasını sağlamak olması gerektiğini söyledi. Demirkıran, “Politikaların başarıya ulaşması ise politika yapım ve uygulama sürecine dahil edilecek aktörlerin çeşitliliğine bağlıdır. Yalnızca devlet tarafından üretilen ve yürütülen göçmen politikalarının, yerel ihtiyaçlara karşılık vermediği ve hedeflerinin muğlak kaldığı ortadadır.” dedi.
“Politikaların uygulanmasında yerel aktörler görev almalı”
Bu nedenle politika yapım sürecine devletin yanı sıra sivil toplum kuruluşları olmak üzere her kesimin katılması gerektiğini kaydeden Demirkıran, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu yüzden politika yapım sürecinde devletin farklı bakanlık ve kurumlarının, üniversitelerin, özel şirketlerin, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve göçmen derneklerinin yer alması hem yerel halk hem de göçmenler yararına bütüncül ve ihtiyaçlara cevap politikalar üretilmesine katkı sağlayacaktır. Özellikle politikaların uygulanışında yerel aktörlerin aktif görev alması, yaygın etkiyi arttıracaktır. İletişim ve ulaşım teknolojilerinin muazzam şekilde geliştiği günümüzde, göç bir insan hakkı olarak görülmektedir. Bu doğrultuda, topluluklar arasındaki öfke ve nefretin oluşmasını engellemek için insani ve etik yaklaşımlar belirlemek ve uygulamak, başta devletler olmak üzere tüm kurumların ve insanların görevidir.”